Çalışma
Bilgisi: Bu çalışma başlığı altında iki ana başlık takip edilecek
olup, ana başlıkların da birden fazla alt başlığı yer alacaktır.
İlk ana başlık toplumsal sınıf olgusu olup alt
başlıkları; toplumsal katman türleri, toplumsal sınıfları yaratan etmenler ve
Marksist sınıf anlayışıdır. İkinci ana başlık toplumsal sınıflar ve siyaset
olup alt başlıları; sınıf bilinci ve sınıf çatışması, Marksist kuramın
eleştirisi ve geri kalmış ülkelerde durumdur.
Mevcut yazı çalışmasının esas kaynağı Ahmet Taner
Kışlalı' nın Siyaset Bilimi adlı kitabı olup Marksizm ve....( hukuk,din,
demokrasi, Marx, ilkel sermaye birikimi, pozitivizm-siyaset, akademinin solu)
adlı kitap da ana yardımcı kaynak olarak kullanılmıştır. Çalışmada yararlanılan
esas kaynak ve ana yardımcı kaynak daha çok konuların sistematik bir şekilde
ele alınmasına yardımcı olmak amacı taşımaktadır. Bunun yanı sıra belirttiğim
kaynaklardan fazlaca alıntıda söz konusudur. Ancak çalışmanın esasına ilişkin
görüşler çalışmacının kendi siyasal tutum ve birikiminin eseridir.
TOPLUMSAL SINIFLAR
1)
Toplumsal
Sınıf Olgusu
Sınıf
kavramı birçok siyaset bilimci tarafından pek çok şekilde ele alınmış ve farklı
amaçlarla kullanılmıştır. Sınıf kavramı toplumu bir katman halinde düşünecek
olursak bu katman türlerinin en önemlisidir diyebiliriz. Ancak toplumsal sınıf
olgusunu ele alabilmek ve daha iyi tanımlayabilmek bakımından diğer toplumsal
katman türlerini de iyi tanımlamak gerekmektedir.
A)
Toplumsal Katman Türleri
İnsanlar arasında
sebebi değişen birçok farklılık söz konusudur. Bu farklılıklar kimi zaman
toplumsal, kimi zaman biyolojik, kimi zaman ekonomik etkenlerden
kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklar doğal olarak insanlar arasında belli
eşitsizlikleri doğurur. Bu eşitsizlikler ise farklı kesimleri meydana
getirmektedir. Çoğu zaman bu kesimlerin varlığı ve farklılıkların sebep olduğu
eşitsizliklerin kuşaktan kuşağa aktarılması "katmanlaşma" denilen
olguyu oluşturur. Bu katmanlaşmaların sayısı insanlık tarihi içerisinde çok
farklı isimlerle ifade edilmiştir. Ahmet Taner Kışlalı bu katmanların en önemli
olanlarını ana katmanlaşma türleri olarak ifade etmiş ve bunları kast, sınıf ve
tabaka olmak üzere üçe ayırmıştır.
Kast
kelimesinin kökeni Portekizce casta(ırk)
kelimesinden gelmektedir. Ancak insanlık tarihi içerisinde yaygın kullanım ve
örgütlenme alanı olarak Hindistan gelmektedir. Hindistan' daki kast sistemi
içerisinde çok katı kurallar mevcuttur. Öyle ki bir kasttan diğerine geçiş söz
konusu olmadığı gibi, farklı kastlardan olan kişiler arasındaki ilişkilerde çok
katı kurallara tabi kılınmıştır. Kastlar arasındaki bireyler evlenme yasağıyla
karşı karşıyadır. Ayrıca yukarı kasttakiler istese dahi aşağı kasttakilerle
belli yiyecekleri karşılıklı olarak yiyemez ve belli içkileri içemezdi. Kast
sisteminde kişiler arasında bu gibi farklılıkların olmasını dayandığı sebep
dinsel kökenli temiz ve temiz olmayan ayrımıdır. Her kasta mensup olan
insanların neyi yapıp neyi yapamayacağı bu ayrıma bağlı olarak
şekillenmektedir. Ancak bana göre bu ayrımı tahlil etmek için Marksist bakış
açısı daha faydalı olacaktır. Maddi koşulların sosyal koşulları şekillendirdiğinin
en büyük tarihi kanıtlarından bir tanesi de kast sistemidir.Bu sistem ekonomik
sistemin tepesinde oturan kişilerin çıkarlarını korumak amacıyla üretilmiş bir
hegemonya aracıdır. O dönemde alt kastta bulunan kişiler üzerinde meşruiyet
sağlama aracı olarak dinsel bir temele dayandırılmıştır. En alt tabakaya mensup
Paryaların("parya" köken olarak "dokunulmazlıktan"
gelmektedir.) gölgelerinin bile kirli olduğu savunulmaktadır. Kast üyelerinin
oturduğu mahalleler, köyler birbirlerinden farklıdır. En kirli işler en alt
kastın üyelerine verilmiş durumdadır. Ayrıca tek bir kastın üyelerinin
haricinde diğer kasta mensup üyelerin toprak sahibi olmaları mümkün değildir.
Onlara biçilen rol dinsel görünümlü olduğu iddia edilse de ekonomik
görünümlüdür. Bu rol de toprak sahiplerinin ekonomik çıkarına hizmet etmekten
başka bir şey değildir.
Hindistan' daki kast olgusunun benzerleri çeşitli
dönemlerde farklı coğrafyalarda kendisini göstermiştir. Ortaçağ Avrupası'nda
soylular, din adamları ve onların dışında kalanların oluşturduğu zümreler buna
örnek teşkil eder. Bu sistemde de birçok özellik kast sistemiyle benzerdir.
Kast sisteminde olduğu gibi toplumsal statüler babadan oğla aktarılmaktadır. Bunun
tek istisnasını din adamlığı oluşturmaktadır. Bu yüzden sıradan halka mensup
kişilerin bir üst sınıfa geçiş yolunu din adamı olmak oluşturmaktadır. Ancak bu
tabakalaşmada temelinde ekonomik ayrıcalıkların korunmasını oluşturduğundan
ekonomik bakımdan elinde hemen hemen hiçbir şeyi olmayan halk kolaylıkla din
adamlığına ulaşamamaktadır. Bu sistemde toprak sahibi soyluların, kilise
mensubu din adamlarının ayrıcalıklı konumu ve diğer kişilerin ayrıcalıksız
konumunun korunması ve açıklanması iş bölümü üzerinden gerçekleşmektedir.
Herkesi korumak soyluların, herkes için dua etmek din adamlarının ve herkes
içinde yiyecek üretmek halkın görevi olarak görülmektedir. Ortaçağ Avrupası'
nda görülen bu durum kast sisteminde görülen keskin ayrımları
barındırmamaktadır. Bu değişimlerden yola çıkılarak tarih okuması yaptığımızda
toplumsal tabakalaşmanın getirdiği keskin ayrımların yavaş yavaş çözülmeye
başladığını söyleyebiliriz. Bunun bariz örneğinin din adamlığına geçiş süreci
olduğunu söylemek de bana kalırsa yanlış olmayacaktır.
Toplumsal tabaklaşmanın tarih boyunca farklı
coğrafyalarda farklı görünümlerde var olduğunu ifade etmiştik. İşte bu
tabakalaşma farklı görünüm ve isimlerde ortaya çıksa bile hepsinin temel bir
ortak noktası mevcuttur.Bu da üst katmanların ekonomik çıkarlarını korumak ve
bunun içinde alt katmanlarla üst katmanlar arasında olan hegemonik ilişkiyi
kuvvetlendirmektir.
Antik Yunan'da kent demokrasisinin kölelik sistemine
bağlı olduğu savunulmuştur. Köleler çalışıp üretirken,özgür yurttaşlar
siyasetle, felsefeyle ve sanatla uğraşabilmiştir. Hukuk sistemleri de bu durumu
korumak üzerine kurulmuştur ve anayasalarında kölelik olgusu
meşrulaştırılmıştır.
Roma İmparatorluğu'nda ise köleler bu eşitsiz durumun
farkına varmış ve Spartacus öncülüğünde ayaklanmıştırlar. Ancak bu kısa süreli
özgürlüklerinin bedelini kılıçtan geçirilerek ödemişlerdir.(Ahmet Taner Kışlalı
Siyaset Bilimi Siyasal Yaşamın Boyutları ve Toplumsal Sınıflar)
Kast uygulaması kimi zaman Amerika Birleşik
Devletleri'nde olduğu gibi ırkçı bir temele oturmuştur. Bu ülkede kölecilik
resmen 1863 yılına kadar sürmüş ve kanlı bir iç savaş ile son bulmuştur. Ancak
bundan sonra da uzun bir süre ırk ayrımı biçiminde etkilerini sürdürmüştür.
Eski köleler, daha sonra ikinci sınıf vatandaş konumunda olmuş ve beyazların
faydalandığı birçok olanaktan faydalanamamışlardır.(Ahmet Taner Kışlalı Siyaset
Bilimi Siyasal Yaşamın Boyutları ve Toplumsal Sınıflar)
Irkçı kast uygulamasının görüldüğü son ülke de Güney
Afrika Cumhuriyeti olmuştur. Artık o ülkede de bu durum değişmektedir.
B)
Toplumsal Sınıfı Yaratan Etmenler
Çağdaş sınıf
kavramına, Ahmet Taner Kışlalı'nın dediği gibi doğuştan var olan
eşitsizliklerin ilke olarak kalkması ve yasalar önünde eşitlik ilkesinin
kabulüyle birlikte geçildiğini söyleyebiliriz.
Toplumsal sınıfın tanımlanmasında çeşitli değişkenler ele
alınmıştır. Gelir düzeyi, yaşam biçimi ve toplumsal saygınlık bu
değişkenlerdendir. Ancak Marksistler bu tanımlamayı üretim araçlarının özel
mülkiyeti üzerinden yapmışlardır.
Gelir düzeyini ele alarak toplumsal sınıfı tanımlayanlar,
genellikle toplumu üst, orta ve alt sınıf olmak üzere üç sınıfa ayırarak
incelerler. Ancak gelir düzeyi aynı olmasına rağmen kendisini belli sınıflara
dahil edenler de bulunmaktadır. Örneğin geçim sıkıntısı çeken bir küçük esnaf
bile kendisini genellikle orta sınıf olarak tanımlamaktadır. Oysa onunla aynı
gelire sahip olan bir kol işçisi kendisini alt sınıf olarak tanımlayacaktır.
Dolayısıyla gelir düzeyini baz alarak yapılan toplumsal sınıf tanımı aynı gelir
düzeyine sahip olan insanlar arasındaki dayanışma ruhundan yoksunluğu
önleyememektedir. Dolayısıyla sınıfsal çelişkiler esnek bir zemin üzerinde
durmaktadır.
Toplumsal sınıfları yaşam biçimleri ile tanımlayanların
hareket noktasını "orta sınıflar" ve "köylüler" oluşturur.
Onlara göre büyük toprak sahibi olmayan, hiç toprak sahibi olmayan ve çok az
toprak sahibi olup az sayıda işçi çalıştıran - ki bunlar daha çok aile
işletmesi gibidirler- köylüler arasındaki yaşam biçimi aynıdır. Değerler
ortaktır, olaylara verilen tepkiler hemen hemen aynı olmakla birlikte çok küçük
farklılıkları içinde barındırmaktadır. Bu köylüler ile aynı gelire sahip bir
kentlinin ise yaşam biçimi, değerleri ve olay değerlendirmeleri farklıdır.
Dolayısıyla sınıfsal olarak ayrışmıştırlar. Bana göre bu bakış açışı sınıf
içinde sınıf oluşturmaktan ibarettir. Marksist bir bakış açısıyla ele alacak
olursak kent yoksulu daha çok hizmet sektörü içindeki patronların ekonomik
çıkarları için, kır yoksulu ise tarım tekellerinin ekonomik çıkarları için
sermayedarların hegemonyası altında çalışmaya mahkum edilmektedir. Farklı
coğrafyalarda yaşamlarını şekillendiren bu insanların bölge gerçeklikleri
farklı olduğundan yaşam biçimlerinin farklılaşması normaldir. Bu farklılaşma sınıfsal
bir görünümden ziyade kültürel bir görünüm almaktadır. Dolayısıyla
sermayedar-işçi kavramları üzerine kurulu olan sınıf kavramının kapsamını bu
kadar genişletmek doğru değildir.
Toplumsal sınıf kavramını toplumsal saygınlık derecesine
göre tanımlayanlar ise toplumsal saygınlığı yaşam biçimine, yaşam biçimini ise
gelir düzeyine göre belirlemektedir. Ancak Marx'a göre toplumsal sınıf
kavramını belirleyen temel faktör gelir miktarı değil o gelirin nasıl
kazanıldığıdır. Gelirin nasıl kazanıldığı hususunda ise temel faktör üretim
araçlarının özel mülkiyetinin kime ait olduğudur.
C)
Marksist Sınıf Anlayışı
Yukarıda da belirttiğim üzere Marx para cüzdanlarının
şişkinliğinden ziyade o şişkinliğin nasıl elde edildiği ile ilgilenir. Marx
bunu " para cüzdanı ölçütü, tamamen nicel bir farklılık oluşturmaktadır.
Eğer bu ölçütten hareket edilirse, aynı sınıftan iki kişi rahatlıkla karşı
karşıya getirilebilir" şeklinde ifade etmiştir. Örneğin Marx'a göre
fabrika sahibi bir kişi ile fabrikada çalışan bir kişi aynı gelire sahip
olsalar bile aynı sınıftan sayılmazlar. Her maddi gerçekliğin karşıt maddi
gerçekliğini yaratacağını söyleyen diyalektik materyalizme göre işçi sınıfının
karşıt maddi gerçekliği sermayedarlardır. Bunların gelirlerinin aynı olması
sınıfsal farklılıklarını ortadan kaldırmayacaktır.
Marx'ın yaptığı çözümlemelere baktığımızda sınıf sayısı
oldukça fazla görünse de son çözümlemede bu sınıf sayısı iki ana sınıfa
indirilmiştir. Bunun da temeli varlıklı-yoksul ayrımına dayanır. Bunun
belirlenmesini sağlayan temel ölçüt ise üretim araçlarının özel mülkiyetidir.
Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip sınıfa burjuva sınıfı, bu üretim
araçlarına dolayısıyla burjuva sınıfına bağımlı yaşamaya zorunlu kılınan sınıfa
ise proletarya denmektedir.
Marx'ın tarih okumasında bu iki sınıfın adları değişse de
onları oluşturan koşullar benzer ve genellikle aynı düzlemde yer almaktadır.
Köleci toplumda köle-efendi, feodal toplumda derebeyi-serf ve nihayet
kapitalist toplumda ise sermayedar-işçi adını alan bu tabakalaşmaların çıkış
noktası, üst sınıfların (köleci toplumda efendi, feodal toplumda derebeyi,
kapitalist toplumda sermayedar) ekonomik çıkarları doğrultusunda oluşturdukları
hegemonyadır. Marx'a göre asıl karşıtlık bu iki sınıf arasındadır. Ve temeli
ekonomiktir. Bu bakış açısıyla bakıldığında ekonominin bir altyapı kurumu
olduğunu söyleyen Marx, ekonomik sistemin gerektirdiği meşruiyeti sağlayan her
türlü etmeni ise üst yapı kurumu olarak adlandırmaktadır. Dolayısıyla hukuk,
siyaset vb her türlü olgu, üst yapı kurumları arasında yer almaktadır.