Tarihsel kökeniyle Anayasa; tabii hukuk bazlı olarak ortaya
çıkan ister asli kurucu iktidarın ister yürürlükteki düzene göre gelmiş
iktidarın meşruluk bildirgesidir. Anayasalar teorik açıdan tabii hukukun yazıya
dökülmüş halleridir. Tabii hukukun tanımını ise yere ve zamana göre değişmeyen
sabit ve insanın sırf insan olmakla sahip olduğu haklardan bahisle iddia edilen
hukuktur. Tarihsel süreç içerisinde yazısız tabii hukuk atfıyla temel hakların
siyasal iktidar karşısında korunması mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkan
anayasalar siyasal iktidarın kısıtlanması amacını taşırlar. Amacın bu olması
pratikte temenni niteliğinde kalmaktadır. İktidarın keyfine bırakılan hukuk; kitleleri susturmada bir göz boyama aracına dönüşür. İktidarın yaptıklarını
haklı çıkarmaya çalışan bir silahtan farksızdır. Yasanın meşru olduğuna inanan
kitleler yaşam hakkında diretmeyi bırakırlar. Çoğu örnekte iktidarlar anayasanın
bir toplum sözleşmesi olduğuna ikna ederek anayasaları kendi lehlerine sivil
toplum aleyhine kullanmakta beis görmezler. Çünkü siyasal iktidar kendi düzen
fikrini inşa etmek adına karşı tarafın kozlarını kullanarak muhaliflerini
susturmada pek mahirdirler. Anayasayı da bu amaçla kullanmada bir adım geri
durmazlar. Hatta bunun için şu veya bu iktidarı suçlayamayız bile. Bu mahirlik iktidar politikası olmayıp buyurma itkisinin tözüdür. Yine de anayasanın büyük oranda olumsuz olan bu özelliğinden ötürü tamamen
olumsuz saymak da fikrimce yanlıştır. Her nerede bir insan hakkı mücadelesi verilebilecek
bir kırıntı varsa onun peşinden gidilmesi en doğru olandır. Sonuçta
anayasacılık hareketi tarihsel açıdan iktidar karşısında ezilen sınıfların
haklarını koruma mücadelesinin sonuçlarından biri olduğu hatırlanmalıdır.
Hukuk devletinin biçimsel güvencesi olan “anayasa” ve prosedürel
güvencesi olan “insan haklarının” karşısında siyasal düzenin sağlanması
amacıyla bütün güvencelerin askıya alınabileceği “olağanüstü hal” dikilir. Siyasal
eylemin hedefini “toplum”dan çıkartan olağanüstü hal dönemleri toplumun yerine “devlet”i
koyar. Siyasal eylemin hedefi devlet olduğu zaman meşruluğun kaynağı da yasa
olmaktan çıkar ve ne olduğu belirsiz bir düzen fikri yerleşir. Her türlü temel
hak ve özgürlüğün askıya alınabileceği hukuk yoluyla hukukun askıya alındığı
olağanüstü hal dönemleri adeta yokuş aşağı frenleri boşalan bir kamyon gibi
önüne gelen her şeyi yıkmaya odaklanan, buyuranın maskesinin çıkardığı ve iktidarın
çirkin yüzünün berraklaştığı dönemlere işaret eder. Siyasal iktidarın
berraklaşması tek bir siyasi ideolojinin düzen görüşü dikkate alınarak
demokrasinin en temel ilkesi olan “uzlaşı”dan ayrılınmasından başka bir şey
değildir.
Siyasal eylemin amacının insan hakları ve hukuk olduğunu
hatırlatmak kesinlikle demokratların vazifesidir. Siyasal iktidar her ne kadar
hukuku ve insan haklarını korumayı amaçladığını iddia etse de siyasal iktidarın
amacının siyasetten çok bağımsız olduğu saçmalamalarına konu olan “hukuk”ta
iddia etmek ancak aptal bir safdilliktir. Tam da bu iktidarın karşısına dikilen
toplum kendisini gerekirse tekrar tekrar iktidara hatırlatmalı gerekirse
iktidarın ideolojik aygıtı olan hukuku da iktidara çevirmeyi bilmelidir.
Olağanüstü hal gibi normatiflikten sıyrılınan durumlarda tekrar hukuk
normlarına sarılarak mücadele etmek anlamsız gibi görünse de umutsuzluğa
kapılacak değiliz. Çünkü baskısını yaptığımız haklar bizim nasıl yaşamak
istediğimizin tarihsel delili olacaktır.
Bu anlamda inceleyeceğimiz kaynaklar; son değişikliklerle
2709 sayılı Anayasa, Anayasa Mahkemesi İçtihadları ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 15.maddesi uyarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıdır. Ben de vakit buldukça bu başlıkta Anayasa'ya, Anayasa Mahkemesinin kararlarına, ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına dayanarak kamuoyuyla elimden geldiğince diyalog çabasına gireceğim. Egosunu bir kenara koyarak okuma zahmetine katlanacak nicelerine binlerce selam...
08/10/2016
08/10/2016