22 Ocak 2014 Çarşamba

Siyaset Bilimi Eşliğinde Toplumsal Sınıflar

Çalışma Bilgisi: Bu çalışma başlığı altında iki ana başlık takip edilecek olup, ana başlıkların da birden fazla alt başlığı yer alacaktır.
İlk ana başlık toplumsal sınıf olgusu olup alt başlıkları; toplumsal katman türleri, toplumsal sınıfları yaratan etmenler ve Marksist sınıf anlayışıdır. İkinci ana başlık toplumsal sınıflar ve siyaset olup alt başlıları; sınıf bilinci ve sınıf çatışması, Marksist kuramın eleştirisi ve geri kalmış ülkelerde durumdur.
Mevcut yazı çalışmasının esas kaynağı Ahmet Taner Kışlalı' nın Siyaset Bilimi adlı kitabı olup Marksizm ve....( hukuk,din, demokrasi, Marx, ilkel sermaye birikimi, pozitivizm-siyaset, akademinin solu) adlı kitap da ana yardımcı kaynak olarak kullanılmıştır. Çalışmada yararlanılan esas kaynak ve ana yardımcı kaynak daha çok konuların sistematik bir şekilde ele alınmasına yardımcı olmak amacı taşımaktadır. Bunun yanı sıra belirttiğim kaynaklardan fazlaca alıntıda söz konusudur. Ancak çalışmanın esasına ilişkin görüşler çalışmacının kendi siyasal tutum ve birikiminin eseridir.

                            TOPLUMSAL SINIFLAR

1) Toplumsal Sınıf Olgusu
     Sınıf kavramı birçok siyaset bilimci tarafından pek çok şekilde ele alınmış ve farklı amaçlarla kullanılmıştır. Sınıf kavramı toplumu bir katman halinde düşünecek olursak bu katman türlerinin en önemlisidir diyebiliriz. Ancak toplumsal sınıf olgusunu ele alabilmek ve daha iyi tanımlayabilmek bakımından diğer toplumsal katman türlerini de iyi tanımlamak gerekmektedir.
A) Toplumsal Katman Türleri
     İnsanlar arasında sebebi değişen birçok farklılık söz konusudur. Bu farklılıklar kimi zaman toplumsal, kimi zaman biyolojik, kimi zaman ekonomik etkenlerden kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklar doğal olarak insanlar arasında belli eşitsizlikleri doğurur. Bu eşitsizlikler ise farklı kesimleri meydana getirmektedir. Çoğu zaman bu kesimlerin varlığı ve farklılıkların sebep olduğu eşitsizliklerin kuşaktan kuşağa aktarılması "katmanlaşma" denilen olguyu oluşturur. Bu katmanlaşmaların sayısı insanlık tarihi içerisinde çok farklı isimlerle ifade edilmiştir. Ahmet Taner Kışlalı bu katmanların en önemli olanlarını ana katmanlaşma türleri olarak ifade etmiş ve bunları kast, sınıf ve tabaka olmak üzere üçe ayırmıştır.
       Kast kelimesinin kökeni Portekizce casta(ırk) kelimesinden gelmektedir. Ancak insanlık tarihi içerisinde yaygın kullanım ve örgütlenme alanı olarak Hindistan gelmektedir. Hindistan' daki kast sistemi içerisinde çok katı kurallar mevcuttur. Öyle ki bir kasttan diğerine geçiş söz konusu olmadığı gibi, farklı kastlardan olan kişiler arasındaki ilişkilerde çok katı kurallara tabi kılınmıştır. Kastlar arasındaki bireyler evlenme yasağıyla karşı karşıyadır. Ayrıca yukarı kasttakiler istese dahi aşağı kasttakilerle belli yiyecekleri karşılıklı olarak yiyemez ve belli içkileri içemezdi. Kast sisteminde kişiler arasında bu gibi farklılıkların olmasını dayandığı sebep dinsel kökenli temiz ve temiz olmayan ayrımıdır. Her kasta mensup olan insanların neyi yapıp neyi yapamayacağı bu ayrıma bağlı olarak şekillenmektedir. Ancak bana göre bu ayrımı tahlil etmek için Marksist bakış açısı daha faydalı olacaktır. Maddi koşulların sosyal koşulları şekillendirdiğinin en büyük tarihi kanıtlarından bir tanesi de kast sistemidir.Bu sistem ekonomik sistemin tepesinde oturan kişilerin çıkarlarını korumak amacıyla üretilmiş bir hegemonya aracıdır. O dönemde alt kastta bulunan kişiler üzerinde meşruiyet sağlama aracı olarak dinsel bir temele dayandırılmıştır. En alt tabakaya mensup Paryaların("parya" köken olarak "dokunulmazlıktan" gelmektedir.) gölgelerinin bile kirli olduğu savunulmaktadır. Kast üyelerinin oturduğu mahalleler, köyler birbirlerinden farklıdır. En kirli işler en alt kastın üyelerine verilmiş durumdadır. Ayrıca tek bir kastın üyelerinin haricinde diğer kasta mensup üyelerin toprak sahibi olmaları mümkün değildir. Onlara biçilen rol dinsel görünümlü olduğu iddia edilse de ekonomik görünümlüdür. Bu rol de toprak sahiplerinin ekonomik çıkarına hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Hindistan' daki kast olgusunun benzerleri çeşitli dönemlerde farklı coğrafyalarda kendisini göstermiştir. Ortaçağ Avrupası'nda soylular, din adamları ve onların dışında kalanların oluşturduğu zümreler buna örnek teşkil eder. Bu sistemde de birçok özellik kast sistemiyle benzerdir. Kast sisteminde olduğu gibi toplumsal statüler babadan oğla aktarılmaktadır. Bunun tek istisnasını din adamlığı oluşturmaktadır. Bu yüzden sıradan halka mensup kişilerin bir üst sınıfa geçiş yolunu din adamı olmak oluşturmaktadır. Ancak bu tabakalaşmada temelinde ekonomik ayrıcalıkların korunmasını oluşturduğundan ekonomik bakımdan elinde hemen hemen hiçbir şeyi olmayan halk kolaylıkla din adamlığına ulaşamamaktadır. Bu sistemde toprak sahibi soyluların, kilise mensubu din adamlarının ayrıcalıklı konumu ve diğer kişilerin ayrıcalıksız konumunun korunması ve açıklanması iş bölümü üzerinden gerçekleşmektedir. Herkesi korumak soyluların, herkes için dua etmek din adamlarının ve herkes içinde yiyecek üretmek halkın görevi olarak görülmektedir. Ortaçağ Avrupası' nda görülen bu durum kast sisteminde görülen keskin ayrımları barındırmamaktadır. Bu değişimlerden yola çıkılarak tarih okuması yaptığımızda toplumsal tabakalaşmanın getirdiği keskin ayrımların yavaş yavaş çözülmeye başladığını söyleyebiliriz. Bunun bariz örneğinin din adamlığına geçiş süreci olduğunu söylemek de bana kalırsa yanlış olmayacaktır.
Toplumsal tabaklaşmanın tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı görünümlerde var olduğunu ifade etmiştik. İşte bu tabakalaşma farklı görünüm ve isimlerde ortaya çıksa bile hepsinin temel bir ortak noktası mevcuttur.Bu da üst katmanların ekonomik çıkarlarını korumak ve bunun içinde alt katmanlarla üst katmanlar arasında olan hegemonik ilişkiyi kuvvetlendirmektir.
Antik Yunan'da kent demokrasisinin kölelik sistemine bağlı olduğu savunulmuştur. Köleler çalışıp üretirken,özgür yurttaşlar siyasetle, felsefeyle ve sanatla uğraşabilmiştir. Hukuk sistemleri de bu durumu korumak üzerine kurulmuştur ve anayasalarında kölelik olgusu meşrulaştırılmıştır.
Roma İmparatorluğu'nda ise köleler bu eşitsiz durumun farkına varmış ve Spartacus öncülüğünde ayaklanmıştırlar. Ancak bu kısa süreli özgürlüklerinin bedelini kılıçtan geçirilerek ödemişlerdir.(Ahmet Taner Kışlalı Siyaset Bilimi Siyasal Yaşamın Boyutları ve Toplumsal Sınıflar)
Kast uygulaması kimi zaman Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğu gibi ırkçı bir temele oturmuştur. Bu ülkede kölecilik resmen 1863 yılına kadar sürmüş ve kanlı bir iç savaş ile son bulmuştur. Ancak bundan sonra da uzun bir süre ırk ayrımı biçiminde etkilerini sürdürmüştür. Eski köleler, daha sonra ikinci sınıf vatandaş konumunda olmuş ve beyazların faydalandığı birçok olanaktan faydalanamamışlardır.(Ahmet Taner Kışlalı Siyaset Bilimi Siyasal Yaşamın Boyutları ve Toplumsal Sınıflar)
Irkçı kast uygulamasının görüldüğü son ülke de Güney Afrika Cumhuriyeti olmuştur. Artık o ülkede de bu durum değişmektedir.
B) Toplumsal Sınıfı Yaratan Etmenler
         Çağdaş sınıf kavramına, Ahmet Taner Kışlalı'nın dediği gibi doğuştan var olan eşitsizliklerin ilke olarak kalkması ve yasalar önünde eşitlik ilkesinin kabulüyle birlikte geçildiğini söyleyebiliriz.
Toplumsal sınıfın tanımlanmasında çeşitli değişkenler ele alınmıştır. Gelir düzeyi, yaşam biçimi ve toplumsal saygınlık bu değişkenlerdendir. Ancak Marksistler bu tanımlamayı üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerinden yapmışlardır.
Gelir düzeyini ele alarak toplumsal sınıfı tanımlayanlar, genellikle toplumu üst, orta ve alt sınıf olmak üzere üç sınıfa ayırarak incelerler. Ancak gelir düzeyi aynı olmasına rağmen kendisini belli sınıflara dahil edenler de bulunmaktadır. Örneğin geçim sıkıntısı çeken bir küçük esnaf bile kendisini genellikle orta sınıf olarak tanımlamaktadır. Oysa onunla aynı gelire sahip olan bir kol işçisi kendisini alt sınıf olarak tanımlayacaktır. Dolayısıyla gelir düzeyini baz alarak yapılan toplumsal sınıf tanımı aynı gelir düzeyine sahip olan insanlar arasındaki dayanışma ruhundan yoksunluğu önleyememektedir. Dolayısıyla sınıfsal çelişkiler esnek bir zemin üzerinde durmaktadır.
Toplumsal sınıfları yaşam biçimleri ile tanımlayanların hareket noktasını "orta sınıflar" ve "köylüler" oluşturur. Onlara göre büyük toprak sahibi olmayan, hiç toprak sahibi olmayan ve çok az toprak sahibi olup az sayıda işçi çalıştıran - ki bunlar daha çok aile işletmesi gibidirler- köylüler arasındaki yaşam biçimi aynıdır. Değerler ortaktır, olaylara verilen tepkiler hemen hemen aynı olmakla birlikte çok küçük farklılıkları içinde barındırmaktadır. Bu köylüler ile aynı gelire sahip bir kentlinin ise yaşam biçimi, değerleri ve olay değerlendirmeleri farklıdır. Dolayısıyla sınıfsal olarak ayrışmıştırlar. Bana göre bu bakış açışı sınıf içinde sınıf oluşturmaktan ibarettir. Marksist bir bakış açısıyla ele alacak olursak kent yoksulu daha çok hizmet sektörü içindeki patronların ekonomik çıkarları için, kır yoksulu ise tarım tekellerinin ekonomik çıkarları için sermayedarların hegemonyası altında çalışmaya mahkum edilmektedir. Farklı coğrafyalarda yaşamlarını şekillendiren bu insanların bölge gerçeklikleri farklı olduğundan yaşam biçimlerinin farklılaşması normaldir. Bu farklılaşma sınıfsal bir görünümden ziyade kültürel bir görünüm almaktadır. Dolayısıyla sermayedar-işçi kavramları üzerine kurulu olan sınıf kavramının kapsamını bu kadar genişletmek doğru değildir.
Toplumsal sınıf kavramını toplumsal saygınlık derecesine göre tanımlayanlar ise toplumsal saygınlığı yaşam biçimine, yaşam biçimini ise gelir düzeyine göre belirlemektedir. Ancak Marx'a göre toplumsal sınıf kavramını belirleyen temel faktör gelir miktarı değil o gelirin nasıl kazanıldığıdır. Gelirin nasıl kazanıldığı hususunda ise temel faktör üretim araçlarının özel mülkiyetinin kime ait olduğudur.
C) Marksist Sınıf Anlayışı
Yukarıda da belirttiğim üzere Marx para cüzdanlarının şişkinliğinden ziyade o şişkinliğin nasıl elde edildiği ile ilgilenir. Marx bunu " para cüzdanı ölçütü, tamamen nicel bir farklılık oluşturmaktadır. Eğer bu ölçütten hareket edilirse, aynı sınıftan iki kişi rahatlıkla karşı karşıya getirilebilir" şeklinde ifade etmiştir. Örneğin Marx'a göre fabrika sahibi bir kişi ile fabrikada çalışan bir kişi aynı gelire sahip olsalar bile aynı sınıftan sayılmazlar. Her maddi gerçekliğin karşıt maddi gerçekliğini yaratacağını söyleyen diyalektik materyalizme göre işçi sınıfının karşıt maddi gerçekliği sermayedarlardır. Bunların gelirlerinin aynı olması sınıfsal farklılıklarını ortadan kaldırmayacaktır.
Marx'ın yaptığı çözümlemelere baktığımızda sınıf sayısı oldukça fazla görünse de son çözümlemede bu sınıf sayısı iki ana sınıfa indirilmiştir. Bunun da temeli varlıklı-yoksul ayrımına dayanır. Bunun belirlenmesini sağlayan temel ölçüt ise üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip sınıfa burjuva sınıfı, bu üretim araçlarına dolayısıyla burjuva sınıfına bağımlı yaşamaya zorunlu kılınan sınıfa ise proletarya denmektedir.
Marx'ın tarih okumasında bu iki sınıfın adları değişse de onları oluşturan koşullar benzer ve genellikle aynı düzlemde yer almaktadır. Köleci toplumda köle-efendi, feodal toplumda derebeyi-serf ve nihayet kapitalist toplumda ise sermayedar-işçi adını alan bu tabakalaşmaların çıkış noktası, üst sınıfların (köleci toplumda efendi, feodal toplumda derebeyi, kapitalist toplumda sermayedar) ekonomik çıkarları doğrultusunda oluşturdukları hegemonyadır. Marx'a göre asıl karşıtlık bu iki sınıf arasındadır. Ve temeli ekonomiktir. Bu bakış açısıyla bakıldığında ekonominin bir altyapı kurumu olduğunu söyleyen Marx, ekonomik sistemin gerektirdiği meşruiyeti sağlayan her türlü etmeni ise üst yapı kurumu olarak adlandırmaktadır. Dolayısıyla hukuk, siyaset vb her türlü olgu, üst yapı kurumları arasında yer almaktadır.