Bir düzen kodu olarak “hukuk hayali” 200 bin yıllık insan serüveninin
her aşamasında bizi takip etmiştir. Hukuk; insanın en önemli yetilerinden biri olan
örüntü tanıma kabiliyetinin objesi olan imgeye yönelmiş fikrinden kaynaklanır. Söz
gelimi doğada kaplan imgesinden bahsedildiğinde örüntü tanıma kabiliyetimiz
dolayısıyla bunun bir fikri oluşur. Bu fikir insanlar arası etkileşimlerle de
pekişerek, kaplan imgesinin bir kodu olarak kaplan algımıza yerleşir. Bu artık
gerçek dünyadaki kaplanın gerçeklik dünyasındaki fikridir. Her fikir bir
imgenin hangi şekilde olması gerektiğini anlattığı ölçüde söze dökülür ve fikir
dünyamızdan çıkarak seküler olmaya başlar. Yani hukuk olmaya başlar. Cemal Bali
Akal Hocamın “İktidarın Üç Yüzü” adlı kitabında bahsettiği soyut dünyadan somut
dünyaya geçişteki inisiasyon süreci fikrimce söze dökülmeyle karşılığını bulur.
Hukuk, belki de sözün doğuşundan çok daha önce insanlar arası
iletişim kanallarıyla ortaya çıkmıştır. (iletişim kanalları sonsuz şekilde
olabileceğinden kolay hayal edilebilmesi adına yazımda bu duruma “söz” diyorum.)
Hukuk insan kültürünün ögelerinden biridir. Akılla bulunmamıştır. Doğada
sürekli farklı durumlarla karşılaşıp, bu durumlara farklı duygulanımlar (affection)
gösteren insan faaliyetinin sonucudur. Yani tecrübidir. İlkel anlamda hukuk Roma
Hukukunda olduğu gibi pratik bir faydaya veya ilk yasakta olduğu gibi psikanalitik
incelemenin konusuna hizmet eder.
İnsan kültürünün oluşumuyla -sözle- başlayan hukuk faaliyeti
toplumdaki bireyler arasında eşitsiz bir ilişki doğurur. Eşitsiz bir ilişkinin
doğmasında her sözün kuşkusuz bir buyruk olması yatar. Buyruk da tabiatı gereği
mutlaka itaat ister. Buyrulma ilişkisinin ters yüzünden bakarsak; buyrulan kişi
bu buyruğa uyması için kendisinde bir motivasyon bulursa; buyuran kişi buyrulan
kişi üzerinde bir mikro-iktidar ilişkisi kurmaya başlayacaktır. Buyrulan kişi gerekli
motivasyonu bulamazsa da hukuki etkinliği kalmamış bir hukuk normu şeklinde bu
küçük mikro iktidar ilişkisi kırılmış olacaktır. Bu noktada en önemli olan şey motivasyondur.
Motivasyon mutlaka bir “arzu içeriği”dir.
Fikir dünyamızda -imgeye bağlı olarak- meydana gelen normun,
uygulama dünyasında buyruk şeklinde dile gelmesiyle hukuk oluşur. Hukuk;
yasa/uygulama ikiliği içinde imgeler ve fikirler arası yönelim ve etkileşimleri
anlatır. Av düzeninde avcıların pozisyonları daha önceki av-avcı diyalektiğinin
etkileşimlerini kapsar. Fikirsiz imge olabilir; fakat imgesiz fikir olmaz. Örneğin
hakkında fikir sahibi olmadığınız bir obje imgesi doğada varken fikir sahibi
olduğunuz her objenin de bir imgesi vardır. Hukuk fikrinin imgesinin ise
doğaüstü metafizik bir yaratıcı olan Tanrı olduğu veya iradi pozitivistler gibi
bunun kaynağının bireyin özgür iradesiyle uygulamak istediği hukuk normu olduğu
fikri sadece buyruğu rasyonelleştirmek için uydurulan safsatalardır. Çünkü bu
kaynaklar gündelik hayata ilişkin değildir. Kendisini bizzat tanıma fırsatı
bulamadığım derslerini ancak internet üzerinden takip etme imkanı bulduğum 2007
yılında aramızdan ayrılan sevgili Ulus Baker Hocamın da açıkladığı gibi,
insanın en temel itkisi arzudur. Oysa özgür irademizle hareket edebilmek için
rasyonel yani akılcı davranmamız gerekirdi.
İnsan rasyonel ve aklıyla hareket eden bir varlık değildir.
İnsan arzularıyla hareket eder. İnsanlar her an yapılacak en akıllıca işleri
yaptığını iddia edemez çünkü öyle bir mutlak doğru yoktur aslında. Mutlaka
duygularıyla da hareket ederek yapma arzusunda bulunduğu şeyleri yapar. Oysa
hukuk insandan rasyonel davranmasını bekler. Örneğin burada oturup benim yazımı
okumanızdan başka yapacağınız “birçok akıllıca iş” varken yazımı okumaya
tahammül etmişseniz (veya etmemişseniz de) sizin de pek rasyonel davrandığınız
söylenemez. Rasyonel olmak akılla kavranan mutlak bir doğrunun olduğuna ilişkin
bir ifadedir. Platoncu bir ifade olduğu da söylenebilir. Oysa imgeler sadece
akılla değil aynı zamanda bedenle de kavranır. Bedenin bir parçası olan
zihnimizi kavrayışın esas pozisyonu saysak da aslında kavrayışın içinde
duygularımız ve sezgilerimiz de vardır. Bir insan bir yolda öylesine yürüyemez.
Mutlaka bir duyguya bir arzuya sahip olarak yürür. Örneğin sevdiğimiz bir
arkadaşımızın yanında bir ortama girersek ister istemez ortamdaki diğer
kişileri de severiz ve aramızdaki hukuk buna göre oluşur. Ya da sevmediğimiz
bir arkadaşımızın yanında bir ortama girdiğimizde ister istemez ortamdaki diğer
kişileri de sevmeyiz. Bu sefer ortamla aramızdaki hukuk ona göre oluşacaktır.
Buna karşılık kendimizi ortamda hazır bulunan kişilerden biri olarak
varsayarsak bizi hiçbir neden yokken seven bu kişiye karşı ister istemez sevgi
duyacağız ya da bizi ortada hiçbir neden yokken sevmeyen birine karşı sevmeme
pozisyonuna düşeceğiz. Yaptıklarımıza nedenler bulmadıkça belli şartlar altında
belli tepkiler veren ve dolayısıyla özgür iradesi olmayan otomatlar olduğumuz
söylenebilir.
Bu noktada yukarıda bahsettiğim örnekte bulunan hukuk algısı;
kişilere karşı duyduğumuz arzulardan oluştuğu için kendisini bulunduğu ortamın egemen(buyuran)
pozisyonuna sokmak isteyen kişiye göre, bulunduğumuz yerde tamamen bir kaos
ortamı hüküm sürüyordur. Çünkü herkesin arzularıyla hareket ettiği bir ortamda
modernist bir ilke olan öngörülebilirlik sağlanamaz. Modern endüstrinin altın
kuralı öngörülebilirliktir. Modern endüstri öngöremediği arzuya karşıdır.
Ortalama, makul, orta zekâlı kişi, basiretli bir iş insanı arzularından
sıyrılmak ve rasyonel düşünmek zorundadır. Fakat fikrimce rasyonel insan
yoktur. Rasyonel insan yoksa pozitif hukuk sistemlerinde sıkça bahsedilen
standart prototip kimdir? Standart prototip arzusuz ve akıllı davranan “normal”
kişilerdir. Toplumda insanlar bu normale aykırı davrandıkça kendisini hatalı
hisseder. Davranışlarımız sadece zihinsel değildir. Tepkilerimiz gün içerisinde
başımıza gelen birçok olayın varyasyonudur. Bu da kapitalist işleyişe göre pek
akıllıca olmayabilir çünkü öngörülemezdir. Öngörülemez davranışlar gündelik
hayatımızda muazzam bir yasadışı ortam oluşturur. Bu noktada Deleuze’nin
okumasıyla Foucault yorumu yapmak gerekirse hukuk modern çağda yasal bir alan
yaratma mecrası değil, -egemen diliyle-yasadışılıkları(arzuları) kontrol etme
mecrasıdır. Bu da her köşe başında sözle(iletişim kanallarıyla) kurulan yasadışı
ilişkiyi egemen düzenin normlarıyla kontrol altına almaya çalışır. Yani modern
hukuk kaosu yönetir.
Gündelik hayatınızda hukuk dışı birçok şey yaparsınız.
Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçersiniz, büyüklerinizin yanında bacak bacak
üstüne atarsınız, ya da yere çöp atarsınız. Çoğu zaman hukukun emredici yönü
uygulanmaz. Fakat pozitif hukuk sadece kaos egemenlerinin düzenini bozduğunuz
zaman; birinin mülkiyetine çöp attığınız zaman uygulanır. Örneğin Hollanda
yasalarına göre uyuşturucu madde kullanımı yasaktır. Fakat sokağa çıktığıızda
sanki kullanımı serbest gibidir. Uygulamada herkesin kullandığı uyuşturucu
maddelerin kullanımının yasal hale gelmesi teklif edildiğinde devlet elindeki
bu rasyonelleştirme aracını yani yasayı kaybetmek istememiş ve yasaklayıcı
yasayı kaldırmamıştır. Fakat bu yasayı sadece sistemin egemen hakları rahatsız
edildiğinde örneğin mülkiyet hakkı, tüketim hakkı gibi haklar gasbedildiğinde
uygulanabilecek pozisyona sokmuştur.
Sonuç; hukuk devletinin bütün yasaları rasyoneldir. Rasyonel
olmayanın, adalete ulaşma çabası içinde olmayanın, Lon Fullerin 8 ilkesine
uymayanın hukuk olmadığına inanırız. Oysa hukuk her sözle birlikte var olur.
Çünkü her söz bir buyruktur. Modern
düşünselliğinin bu kadar yerleşik olduğu; muhalif kimselerin bile sistem
normlarıyla düzene değil iktidara karşı çıkmasıyla ispatlanabilir. Arzusuz
insan olmaz. Modernist hukuk burada akılcı bir yöntem kullanarak insanlara
normal olanı gösterir. Normal diye bahsedilen şey uydurma bir insan doğasıdır(Prototip
meselesi). Normali gördüğünü düşünen insan, arzusunun pozitif tarafını
endüstriyalizm için kullanmaya ikna olarak bunun özgür bir seçim olduğunu
düşünür. Oysa özgür irade sadece hegamonik bir safsatadır
Seçkin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder