6 Mart 2016 Pazar

“Sigmund Freud-Totem ve Tabu” İncelemesi

ı

BÖLÜMLER:
1-Sigmund Freud Üzerine
2-Neden Bu Kitabı Okudum?
3-Kitap Özeti
4-Kendi Çıkarımlarım
SİGMUND FREUD ÜZERİNE
(*Freud, Totem ve Tabu, Say Yayınları 2.baskı 2013 kapağından)
d. 6 Mayıs 1856, Freiberg, Avusturya-Macaristan İmp. (bugün Pribor, Çek Cumhuriyeti sınırları içinde) –ö. 23 Eylül 1939, Londra
Avusturyalı nörolog ve psikanaliz ekolünün kurucusu. Orta halli bir Yahudi yün tüccarının, kırk yaşlarındayken, kendisinden 20 yaş küçük bir kadınla yaptığı ikinci evliliğinden dünyaya geldi.
Lise yıllarında Latince, Fransızca ve İngilizce eğitimi gördü ve kendi çabasıyla İbranice, İtalyanca ve İspanyolca öğrendi. Liseden üstün başarı derecesiyle mezun oldu. Liseden sonra Goethe’nin bir yapıtından etkilenerek tıp alanını seçti ve 1873’te Viyana Üniversitesi’ne girdi; buradan mezun olduktan sonra aynı üniversite bünyesindeki Brückle Enstitüsü’nde çalıştı.
1883’te dönemin en ünlü beyin anatomisi ve nöropatoloji uzmanı Dr. Theodor Meynert’in yönetimindeki psikiyatri kliniğinde asistan olarak çalışmaya karar verdi ve Meynert’ten etkilenerek nöropatolog olmaya karar verdi. 1885’te nöropatoloji doçenti oldu. Aynı yıl kokain üzerinde çalışmaya başladı ve kokainin ağrı kesici uyuşturucu ve bağımlılık yapan etkilerini ilk bulgulayan kişi oldu.
Freud’un psikanaliz tekniğini geliştirmesindeki en önemli rolü Anna O. ismindeki bir kadın hastanın tedavisi oynadı. Çeşitli bedensel engelleri olan Anna O.’nun tedavi sürecinde “hastayı konuşturarak tedavi” yöntemini geliştirdi ve psikanaliz yönteminin temelini attı.
Prof. J. M. Carchot ile Paris’te isteri üzerine yürüttüğü çalışmaların ardından 1890’ların sonunda nörolojiden uzaklaşarak klinik psikolojiye yöneldi.
1896’da babasının ölümünün ardından girdiği derin bunalım sonucunda, sistemli bir biçimde kendini analiz etmeye başladı. Çocuk cinselliği üzerine yürüttüğü araştırmalar sonucunda, ünlü “Oedipus Kompleksi” kavramını geliştirdi.
1900’lerde yaklaşık iki yıl üzernde çalıştığı iki cilttik Düş Yorumu isimli kitabı yayımlandı.
1905’te yayımlanan Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme adlı yapıtında. Cinselliğin ve üremenin aynı kavramlar olduğunu ele alarak, insanlardaki cinsellik dürtülerin bebeklik çağında  başladığını ortaya koydu. Cinsellik üzerine görüşlerinden ötürü dönemin tıp çevrelerince ağır eleştirilere uğradı.
1913’te psikanalizi antropolojiye uyguladığı Totem ve Tabu adlı yapıtı yayımlandı. Bu çalışmada, ilkel toplumlarda Oedipus kompleksiyle bağlı suçluluk duygusunun bastırılmasının tüm insanlık kültürünün, dinlerin ve sanatın kaynağı olduğunu öne sürdü.
1923’te kendisine üstçene ve damak kanseri tanısı konuldu, daha sonraki yıllarda 33 kez ameliyat geçirdi.. sürekli protez takması gerektiği için, uzun yıllar konuşurken ve yemek yerken güçlük çekti.
1938’de Nazilerin Viyana’ya girmesiyle, en küçük çocuğu Anne Freud ile birlikte Avusturya’yı terk etmek zorunda kaldı ve Londra’ya yerleşti. 23 Eylül 1939’da kanserden yaşamını yitirdi.
Mektuplarını ve anı defterlerini yakan, ardında hiçbir özel belge bırakmamaya çalışan Freud’un özel yaşamına ilişkin ilk ve en kapsamlı bilgiler, aynı zamanda yakın dostu olan İngiliz psikiyatr Ernest Jones’in 1953’te yayımlanan 3 ciltlik Sigmund Freud’un Yaşamı ve Yapıtları adlı kitabıyla ortaya çıkabilmiştir.
Neden bu kitabı okudum?
Daha önce okuduğum Pierre Clastres-Devlete Karşı Toplum kitabında ilkellerin yaşam tarzları, kültürleri, sosyal ve siyasi corpus’ları(organizmaları) üzerine incelemeler yapılmıştı. Clastres bu kitapta batının etno-merkezciliğini etnosantrizmini çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiş, bir çizgi şeklinde ilerleyen, tekçi tarihe karşı çıkmıştı. Rouesseau’cu Clastres toplumun mutlaka sivilleşeceğini ve zorlayıcı iktidara kavuşacağını iddia eden batı toplumuna karşı, Paraguay’da 1953 yılına kadar varlığını sürdüren Guayaki kabilesini göstermiştir. Birçok ilkel arkaik toplumu mercek altına alan Clastres ilkel toplumlarda siyasi corpus’u incelemiş ve batının zorlayıcı-tekçi iktidarından başka bir siyasi iktidar tipi göstermiştir. Devlet denilince akla hep siyasi iktidar gelir. Fakat bunu düzeltmek gerekirse, siyasi iktidar ve devlet özdeş değildir. Devlet yalnızca bir siyasi iktidar türüdür. İlkel toplumlarda devlet kurumuna benzemeyen siyasi iktidar tipleri de kurulmuştur. Kurulan bu siyasi ve sosyal corpus’lar içerisinde ilkeller kendilerine çeşitli yasaklar ve kurallar koymuşlardır. Savaşçıyı sosyal corpus’un dışına atmışlar ve savaşçının gücünü kullanarak hayatlarını düzenlemesini engellemek istemişlerdir. Şef adı verilen kabile reisine birçok yasak koymuşlardır. Yasakların dışında şeften cömert ve iyi bir hatip olmasını beklemişlerdir. Zaman zaman bazı kabilelerde yasaklar öyle boğucu hale gelmiştir ki, kabileler kendi içlerinden bir adamı hapsetmiş, zorla şef yapmışlardır. Freud,  siyasi antropolojinin konusu olan bu yasakları ve uyulması gereken kuralları psikanalizle birleştirerek incelemiş, bunların kaynağına el atmıştır. Yasakların, zorlamaların ve cezaların kökeninde yatan psikolojik sebeplere dair incelemeler yapmıştır. Freud’un bu çalışmasının amacı, insanı doğa halinden ayırıp kültürel alana sokan yasakların ve zorlamaların kaynağına ilişkin fikirler vererek iktidarın gücünü nereden aldığına dair yeni düşünceler geliştirmektir. Bütün bu nedenleri göz önüne alarak, bu kitaptaki bilgi ve çıkarımların çalışmalarıma yön vereceğine inandığım için bu kitabı okuma kararı aldım.
!!!!
Öncelikle, bahsettiğim konular kitapta önemli gördüğüm yerlerden alıntılardır. Yer yer kendi cümlelerimi de katarak, kitapta anlatılanları özetlemeye çalıştım. Bu nedenle bunlar çoğu zaman eksik ve altı doldurulmamış bilgilerdir. Bütün bunlar kitap hakkında bir fikir sahibi yapmak amacını taşır. En çok çekindiğim, kitap hakkında sizlere yanlış fikirler vermektir.
Eleştirileriniz ve sorularınız incelemeyi daha değerli hale getirecektir.
I.Yasakevi (Ensest) Korkusu
Kitapta ilk anlatılan konu ensest yasağıdır. İlkel toplumların tümünde bulunan ve hiç sektirmeden göze çarpan bu yasak belli bir yere veya bölgeye bağlı değildir. Eğer üzerinde inceleme yapılan herhangi bir toplumda ensest yasağı uygulanmasaydı, bu durum üzerine düşülmeye değer, insanın kültür alanına yönelik bir durum olmayacaktı.
 Totem ilk dinsel-etik olguların başlangıcıdır. Her ilkel topluluğun ister canlı ister cansız bir totemi vardır. Bu açıdan, aynı toteme sahip kişilerin cinsel ilişkiye girmemesini kapsar. Gelgeç ilişkilerde bile, bu yasağın büyük yaptırımı vardır. Bu yasağı delen kişi uğursuz sayılır. Söz konusu durumun incelemesini yapan Freud, kitabın ilk kısmında bunun bir ambivalense(duygu ikircikliği) yani, birbirine zıt iki duygunun çatışmasına bağlar.
II.Tabu ve Ambivalens
Tabu kısıtlamaları, dinsel etik yasaklardan daha değişiktir. Bir tanrının buyruğundan kaynaklanmayıp, kendiliğinden var olmuşlardır. Etik yasaklardan ayrıldıkları nokta; genel olarak, kaçınılması zorunlu görülüp, bu zorunluluğu belli bir nedene dayandıran bir sistem kapsamına alınamamasıdır. Hiçbir neden içermeyen tabu yasaklarının kaynağı belirsizdir. Bizim için anlaşılmaz nitelik taşısalar da onların egemenliği altında yaşayanlar için pek doğal sayılırlar. Tabu yasakları şunlardır:
a)      Kabile reisi ya da kabile rahibi gibi önemli kişileri, ayrıca önemli eşyaları vb. bir zarara uğrama olasılığına,
b)      Kadınları, çocukları ve genellikle sıradan kişiler olarak güçsüz bireyleri rahiplerin ve kabile reislerinin güçlü manalarına(majik güçlerine),
c)      Cesetlere dokunulmasından, belli yiyeceklerin yenmesinden vb. kaynaklanacak tehlikelere,
d)      Doğum, oğlan çocukların topluma kabul seramonileri, evlilik, cinsel eylemler gibi yaşamın önemli olaylarını bozguncu güçlere,
e)      İnsanları tanrıların ve cinlerin gücüne ve gazabına,
f)       Anne ve babalarından birine sempat sinir sistemiyle bağlı olan, henüz doğmamış çocuklara, bebeklere, annelerinin eylemlerde bulunmaları ya da zehirli bazı yiyecekleri yemelerinden dolayı, henüz doğmamış bebeklerin karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı korunup esirgenmesidir.
İlk ceza tabu anlayışından çıkmıştır. Tabu mutlaka intikamını alır. İlk başlarda tanrının kudretinden beklenen bu durum, tabunun zamanla gelişimi sonucu toplumun kendisi tarafından üstlenilmiştir.
Tabu yasaklarının temelinde, saplantı nevrozlarla benzer olarak korku yatar. Bu korku aynı zamanda o davranışı yapma isteğiyle birleşince bir ambivalens oluşur ve tabu yasağına dönüşür. Korku o davranışı yapma isteğinden daha büyüktür, bu yüzden tabu yasaklarının oluşumunda daha etkilidir.
Saplantı nevrozlarla tabu arasındaki benzerlikler:
1)      Yasakların belli bir nedene dayanmayışı,
2)      İçten içe gelen bir zorlama sonucu bu yasaklara aykırı davranılmayışı,
3)      Başka nesneler üzerine kaydırılabilmeleri ve yasaklanan davranışın bulaşıcı nitelik taşıması,
4)      Yasaklardan kaynaklanan yaptırım tarzında seramoniyle gerçekleştirilmesi beklenen davranışlar.
Belki de bilinç denilen şey, tabusal vicdanla ortaya çıkmıştır. Peki vicdan nedir? Vicdan içimizde yaşayan bazı isteklerin uygunsuzluğuna dair iç algıdır. Ne var ki, böyle bir uygunsuzluk için neden aramak boşuna zahmettir. Vicdan sahibi biri kendi içindekinin lanetlenmesi gereken bir istek olduğunu bilir. Belli istekleri açığa vurduğumuz davranışların lanetlenilecek niteliğine ilişkin iç algı, dolayısıyla duyulan suçluluk bilinci bunu açıkça gözler önüne serer. Böyle bir suçluluk bilinci içini dışarıda neden aramaya gerek yoktur; vicdan sahibi biri, söz konusu istekleri lanetlemenin, gerçekleştirilen eylemlerden dolayı kendi kendini suçlamaların haklılığını içinde duyumsar”…” Buna göre belki vicdan da bir duygusal ambivalens içerir.
En güçlü yasaklar, en güçlü ayartılardan kaynaklanır. Örneğin toplumda ensest yasağına ilişkin bir yasa yoktur.
III.Animizm, Maji ve Düşünsel Her Şeye Gücüyeterlilik
Animizm dar anlamda ruhsal tasarımların, geniş anlamda ise; genel olarak ruhsal varlıkların öğretisi anlamını içeriyor. Ayrıca, bize cansız görünen doğanın canlılığı öğretisi demek olan animatizm kavramı da kullanılmakta, bunlara animizm ve manizm de katılmaktadır. Animizmin o çağlarda bir din olamayacağını, ancak gelecekteki dinlere temel oluşturacağını söyleyebiliriz. Ayrıca mitlerle animizm arasındaki ilişki de dikkat çekicidir.
Majinin ise iki ayrımı vardır. Bunlar öykünümsel-taklidi ve bulaşıcı ayrımlarıdır. Maji bir obje kaydırılmasıdır. Bu şekilde tabuya uğrayan nesnenin belirli özellikleri başka bir nesneye kaydırılır. Kaydırılan nesneye karşı belli davranışlarda bulunulur. Kaydırılan nesneye yapılan seramonileri gerçek nesnenin algılayacağı düşünülür. Bu düşünce de düşünsel her şeye gücüyeterliliktir. Freud bugün düşünsel gücüyeterliliğin varlığını koruduğu tek alan olarak “sanat”ı görür.
IV.Çocukta Totemizmin Dönüşümü
Totem kabilenin belli bölümlere ayrılması belli organizasyonlara dağılması açısından önem taşır. Totem insanların pratik, günlük gereksinimlerinden ortaya çıkmıştır. Totemizmin çekirdeğini oluşturan isimlendirme şekli, ilkel yazı tekniğinin bir sonucudur. Totemin karakteri, ayrıca kolay resmedilen yazı işaretlerinin karakteridir. Ne var ki, bir hayvanın ismini taşımaya başlayan ilkeller, buradan yola çıkarak, ileride o hayvanla akraba oldukları düşüncesini geliştirmişlerdir.
Totemizmin kökeninin ne olduğuna ilişkin kuramlar kitapta üç başlık halindedir:
1)      Nominalistik kuramlar
2)      Sosyolojik kuramlar
3)      Psikolojik kuramlar
Freud psikolojik kuramı baz alarak incelemiş, totemizmi ensest yasağıyla ilişkilendirmiş, çocukların kendisine rakip olan babayı öldürmesinin ardından, anneye ulaşmayı herkese yasaklamasıyla başlatmıştır. Özetin özeti olarak, babayı öldürdükten sonra, babaya yönelik olan suçluluk duygusunu maji ile başka bir objeye kaydıran çocuklar, o objeye karşı büyük suçluluk hissetmişlerdir. Zamanla gözlerinde büyüttükleri totem onların sosyal hayatlarının her alanına girmeye başlamıştır.
                                               - - -
Kendi Çıkarımlarım:
1-Toplumun olduğu her yerde sosyal alanı düzenleyen kurallar vardır. Bu kurallar, toplumsal düzenin oluşmasına ve devam etmesine yardımcı olur. Kamu hukuku topluluğunda, toplumu düzenleyen bu kuralların niteliğini araştıran biri olarak, Big Bang’den olamasa da, insanın doğa halinden kopuşu ve kültürel alana geçişinden başladım. İnsanların hayvanlardan farklı olarak, doğa alanının yanında bir de kültürel alanı vardır. Bu kültürel alanını kendi koyduğu etik-sosyal kurallar belirler. Aslında bu noktada kural kavramı çok önemlidir. Kurallar; yasaların oluşmasının başlangıcıdır. Yasa ise siyasi iktidarın toplumda kendini etkin şekilde kullanabilmesinin rasyonel şeklidir. Yasa koymak ve o yasayı uygulayabilmek, toplumda birtakım insanların -Gramsci’nin anlatımıyla- “rızasını alabilmek”, ilkel toplumlarda nasıl gerçekleşti sorusunun cevabını, bir de bu kitapta aradım. İnsansoyu için yasa öncesi durumdan, yasa sonrası duruma geçilmesi için nicel bir farklılığın olması gerekir. Hangi nicel durum vardı ki, insanları ahlaki anlamda bir kural koyarak kültürel alana itti? İlk yasak nereden başladı? Kitapta siyasal antropolojinin konusu olan bu durum psikanalizle incelenmeye çalışılıyor. Bu anlamda aslında S. Freud ilk yasa kavramını psikanalizle inceleyerek kamu hukukunun gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Freud’un inceleme konusu olan totem, özette de belirttiğim üzere, toplumda dinsel-etik dünyanın kıvılcımlarının oluşumunun başlangıcı olarak ele alınır. Bu noktada totemizmin kökünü incelemek gerekir. Freud’un gorillerde yaptığı araştırmalar sonucu gördüğü üzere, baba goril-anne gorille olan ilişkisinden meydana getirdiği çocuklarla birlikte, bir klan oluşturur. Bu klan içerisinde, baba goril cinsel olgunluğa eriştikten sonra, annesini isteyen erkek gorillere anneyi yasaklar ve onları klandan kovar. Bu durumda, işin içine kıskançlık girmektedir. Kadına sahip olan baba, onu başkasıyla paylaşmak istemez. Klandan ayrılan çocukları,  dışarıda çok zor şartlar beklemektedir. Aynı zamanda çocuklar anneyi arzulamaktadır. Tek başlarına babalarına gücü yetmeyen çocuk goriller, klana dönüp baba gorili elbirliği ile öldürürler. Bu noktada işin içine ölüm tabusu girer. Bir yandan babalarını öldürmek isteyen çocuklar, diğer yandan bunun için büyük suçluluk duygusuna kapılırlar. Bu durum kitapta anlatılan ambivalens durumudur. Yanı karşıt iki duygunun çatışması ve sonucunda baskın olanın kazanması durumudur. Bu noktadan itibaren çocuklar, bu sefer de birbirleriyle anne için yarışa girmek istemezler. Babalarının ölümünden de büyük suçluluk duyan çocuklar, ona karşı olan bu duygularını, canlı veya cansız başka bir nesneye yönlendirirler. Bu durumda “düşünsel her şeye gücüyeterlilik” olarak ortaya çıkar ve majik anlamda, babalarına karşı olan duygularını bir objeye yönlendirirler. Toteme karşı hareketleri artık bu suçluluk duygusu altında yeşerecektir. Kurban kesme törenleri, hareketlerini tekrar etmeleri, totem hayvanına dokunma yasağı gibi yasaklar, hep bu suçluluk duygusundan kaynaklanır. Başlardaki durumu unutan sonraki nesiller de kendilerini bu totem hayvanıyla akraba olarak düşünürler. Ona karşı duyulan saygının kaynağını unutan sonraki nesiller, toteme karşı saygıyı büyütür ve kutsal bir nitelik katarlar.
Bu anlatılanları doğru olarak kabul edip, psikanalizle değerlendirme yapmamız ne derece doğru bilmiyorum. Fakat bilim hep varsayımlar üzerine ilerlemek zorundadır. Sokakta yürüyen ve tanımadığımız bir kişiye “merhaba” derken bile, karşımızdaki insanın kendi dilimizi bildiği varsayımı üzerinden hareket ederiz.
2-İlk olarak gözümüze çarpan otoritenin ve iktidarın tepeden tırnağa atasoylu ve erkek olduğudur. Tarihte bir bilincin diğer bir bilinç üzerinde zorlayıcı bir etkide bulunması, ilk olarak erkeğin kadın üzerinde hak sahibi olduğunu düşünmesi ve onu kıskanmasıyla başlar. Kadını kendi gücüyle metalaştıran ve onun üzerinde hak sahibi olduğunu iddia eden baba, kendinde çocuklarını klandan atma hakkını görüyor. Burada gördüğümüz gibi; erkeğin kadın üzerindeki baskısı ve kontrolü siyasal düzenin ne olduğuyla alakalı değildir. İnsanlık tarihinden beri siyasi sistemler değişmiş, buna karşılık kadının toplumdaki yeri değişmemiştir. Bu sorun kadının toplumda yer edinmesinin siyasi sistemin şeklinin değişmesine dönük değil, siyasi iktidarın kaynağına dönük bir hareketle gerçekleşebileceği açıktır. Çünkü erkek iktidarının oluşmasıyla kadın, toplumda meta olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu sebeple iktidara yönelecek hareketlerin neden kadın hareketi olması gerektiği açıktır.
3-Aynı zamanda iktidarın gücünün ve majisinin kaynağı açısından da Freud bize birçok şey söyler. Totemdaşların totemin kökenini unutmalarının, totemi nasıl daha güçlü yaptığını anlatır. İlkel topluluklarda dil çok fazla akışkandır. Bunun nedenleri kitapta uzun uzadıya açıklanmıştır. Bizi ilgilendiren ise dilin bu akışkanlığıyla, kelimelerin anlamlarının sürekli kaymasıyla, klanda sosyal ve siyasal alanda ne tür değişikliklerin olduğudur. Bu konuda şunu görmekteyiz ki dil; insanlar üzerindeki en etkili hegemonya araçlarından biridir. Değişen dil toplum üzerinde bilgisizlik kaynağı olmuş, ilkeller gitgide toteme ve iktidara daha fazla önem atfetmeye, unuttukça onun gücünden daha fazla korkmaya başlamışlardır. Buradan tam tersini düşünecek olursak, insanlar bilgi edindikçe ve birbirleriyle sağlıklı iletişim kurdukça, iktidardan daha az korkmaya başlayacaklardır. Freud’un birçok konuda korkuyu açıkça ön plana çıkardığını ve bunu üzerinden psikanalizle ilgili çıkarımları yaptığını gördüm.
Freud’a göre korku hem bulaşıcı hem özendiricidir. Kabileyi yöneten şef ve kabilenin totemi ata ve erkektir. Birbirleriyle özdeşleşen bu iki özne toplum üzerinde kutsallık bakımından benzer etkiler yaratmaya başlar. Bürokrasi yapılanmasına benzer bir şekilde şefle konuşmak herkes için kolay değildir. Şefle ancak manası ondan bir düşük olan kişi konuşabilir ve bu şekilde konuşabilme hakkı kademeler halinde aşağıya doğru iner. Bunu sebebi hem şefi korumak, hem de şefin majisel gücünden korkulmasıdır. Bugün modern toplumda bürokrasinin bir üst basamağından sonraki kişiyle konuşmak toplumdaki bireyler için korkutucudur. Benim aklıma gelen ise bunun ilkel toplumdaki üstün majisel gücünden korkma düşüncesinden kaynaklanabiliyor olacağıdır. Tabi bu sadece benim oluşturduğum bir varsayımdır.
4-Tabunun ilk cezanın kaynağı olması konusuna gelelim. Toplum belli kurumlara belli değerler atfeder. Bugün modern toplumda askerlik, evlenme, erkeğin sürüne sürüne erkekliğin içine sokulması, kadınların namusu gibi konular toplumun değer verdiği konulardır. Bu kurumlara toplum tarafından verilen değer dinsel bir değer değildir, bu sebeple totemden sıyrılır. Bu kurumlar tam olarak toplumun tabularıdır. Toplumda; bireylerin toplumun kırmızı çizgilerinin ihlal etmesine karşı büyük bir korku duyulur. Aynı zamanda bireyler içlerinde bu kurumları delmek için bir ayartı hisseder. En büyük yasaklar ve cezalar en güçlü ayartılardan kaynaklanır. Örneğin Türk Ceza Kanunu’nda enseste yönelik herhangi bir ceza yoktur. Bu unutulmuş veya es geçilmiştir. Fakat bireylerin içlerinde tabu davranışı yapmaya yönelik ayartıların olduğu konular hakkında birçok ceza düzenlenmiştir. Bu da toplumdaki bireyleri saplantı nevrozlular sürüsüne çevirir. Örneğin askere gitmeyi reddeden kişi, toplum tarafından dışlanır. Buna karşılık bireyler içlerinde askere gitmeyi kendi hayat akışlarını bozan bir durum olarak görürler. Kendi yaşam hakkını korumak için, haklarını devrettiği devletin, bireyi ölüme göndermesi, birey için istenmeyen bir durumdur. Birey askere gitmemek için bir ayartı hisseder. Buna karşılık, bireyin askere gitmemesi halinde toplumdan dışlanmanın ve devlet tarafından verilecek cezanın korkusunu yaşar ve bu korku daha ağır basar. Sonuçta birey askere gitmek zorunda bırakılır. Bu gibi toplumsal kırmızı çizgilerin ilk çizilmeye başladığı yeri ve zamanı tam olarak bilemeyiz. Çünkü tabuların kaynağı belirsizdir, fakat birçok örneğini ilkel toplumlarda görebiliriz.
İlkel toplumlarda tabu yasağını çiğneyen kişinin cezasını bizzat tabunun kendisinin vereceğine inanılırken, tabunun gelişimiyle ceza kesme görevi topluma kaymıştır. Buna ek olarak bazı durumlarda kişi kendi kendine de ceza verebilmektedir. Örneğin şefin çakmağına dokunduğunu anlayan bir ilkel 3 gün içerisinde öleceğini düşünmüş ve gerçekten de ölmüştür. Tabunun getirdiği düşünülen bu uğursuzluktan kurtulma çeşitli seramonilere bağlanmıştır. Bu şekilde yasağı çiğnemenin uğursuzluğundan kurtulacağını düşünen ilkel insanın modern toplumdaki karşılığı hapishane ve merkezi iktidardır. Toplumu korkutma amacıyla şiddet tekelini yoğun biçimde kullanan merkezi devlet ilkel toplumlardaki tabu korkusunu rasyonel hale getirmiş ve hapishanelerle, hastanelerle akılcı hale sokmuştur. Sokulan akılcı halde devletin ceza vermedeki amacı toplumu korkutmak, suçu işleyen bireyi ıslah etmek ve cezasını ödetmek şeklinde sıralansa da benim fikrime göre, cezanın bugünkü toplumdaki esaslı amacı; toplumu korkutmak, bu şekilde toplumsal düzeni sağlamak ve herkesi üretime katılmaya zorlamaktır. Devlet hangi suçluyu ıslah etmeye çalışmıştır? Ya da bir hırsızlık suçu işleyen kişinin cezasının söz gelimi 6 yıl hapis olması, bir tecavüzcünün cezasının 4 yıl olması, gerçekten suçun cezasını suçluya ödetebilir mi? İlkel toplumda tabu yasakları sonucunda bireye karşı gerçekleştirilen seramoninin amacı bireyi bu uğursuzluktan kurtarmaktan başka bir şey değildir. Bireyin uğursuz olduğuna dair gerçek bir inanç vardır. Toplumun korkusu tabunun işlenmesine karşıdır. Tabuyu işleyen ve karşılığında uğursuzluktan kurtulmadan topluma katılan kişi ise toplumda korku yaratır ve kendisi bir tabuya dönüşür. Çünkü o kişi tabu yapmaya cesaret etmiştir. Bu cesaret toplumda bir merak yaratır. Fakat bu merak karşılığında o kişiye duyulan korku daha ağır bastığı için bir ambivalens durumu söz konusu olur, kişi tabulu olarak sayılır. Toplumdan dışlanır ve toplumdan dışlanmak; birey için bana göre, insanlık tarihi boyunca verilmiş en büyük cezalardan birisidir.
Son olarak toparlayacak olursak; tabular bir ambivalens içerir. Kaynağında o davranışı yapma ayartısıyla, “korku”nun çatışması ve korkunun galip çıkmasıdır. Bu korku bulaşıcıdır ve topluma yayılır. İster ilkel,  ister modern toplum buna karşı savunma mekanizmaları oluşturur. Bu anlamda, ilk ceza tabudan kaynaklanır.
Kitaba yönelik mütevazı çıkarımlarım bunlardır. Kamu hukuku adına değerli bir yapıttır. Hukukla ve siyasetle ilgilenen kişilere önerilir.
Seçkin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder